Anormal psikolojiyi
ilgilendiren konular içinde, korku ve kaygı herkesin deneyimlediği ve hayatında
önemli rol oynatan bir durumdur. Normal insanların psikolojisinde yer alan
kaygı, birçok psikopatolojide de ortaya çıkmaktadır. Anksiyete yaşantısının
ortak belirtileri; göğüste sıkışma hissi, çarpıntı ve nefes darlığı, kişinin
deneyimlediği sıkıntı ile baş edemeyeceğine dayanan düşünceleri, kötü bir şey
olacağına ve karşılaşılan zorlukların kontrol edilemeyeceğine ilişkin
inançlardır (Freeman ve DiTomasso, 2005). DSM-IV’de altı temel anksiyete
bozukluğu belirtilmiştir. Bunlar;
genellenmiş kaygı bozukluğu, fobiler, obsesif-kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu, panik
bozukluk ve akut stres bozukluğudur. Anksiyete bozukluklarından birinin tanısal
kriterlerini taşıyan bozukluk, diğer bir bozuklukla beraber görülebilmektedir.
Bu durum (komorbidite) iki sebepten olabilir. Birincisi, bu kategoriye giren
belirtilerin spesifik olmamasıdır. Örneğin, anksiyetenin somatik
belirtilerinden, terleme ve hızlı kalp atışı ; panik bozukluk, travma sonrası
stres bozukluğu ve genellenmiş kaygı bozukluğunun ortak belirtilerindendir (
Neale,M.N. ve Davidson,C.G.,1998). Altı
temel anksiyete bozukluğunun başlıca özellikleri, tanımlayıcı unsurları
aşağıdaki gibidir.
1. Fobiler
Fobi, bir nesne veya durumla
alakalı olmayan ve onu yaşayan kişi tarafından da aslında anlamsız bulunan,
engelleyici, korkunun aracılık ettiği bir kaçınma davranışı olarak
tanımlanabilir ( Neale,M.N. ve Davidson,C.G.,1998). Ortada aslında gerçek bir tehlike yoktur
ancak kişinin hayat akışı bozulmaktadır. Özgül ve sosyal fobiler olmak üzere
ikiye ayrılmaktadırlar. Özgül fobiler, kişiye özel bir nesne veya durumla
karşılaşılınca ortaya çıkan korku durumu olarak tanımlanabilir.
DSM-IV’e göre, özgül fobilerin
bazı alt tipleri bulunmaktadır. Bunlar, hayvan fobileri, uyaran fobileri (örn.
yükseklik, su), durumsal fobiler (uçak, araba kullanma gibi), kan ve enjeksiyon
fobileri ve kategori dışı olan diğer fobilerdir (Starcevic,V., 2010). Örneğin, Anglofobi
İngiltere korkusudur. Agorafobi açık yerlerden korkma, akrofobi yüksek
yerlerden korkmadır. Carrie M. Potter ve arkadaşlarının yapmış olduğu
dentofobia (diş tedavisi korkusu) araştırmasında, kişilerin diş hastalıklarının
ciddi boyuta ulaşmasına rağmen yaşadıkları korku ve anksiyete yüzünden diş
hekimlerine gidememeleri tartışılmıştır. Bu araştırmadaki kişiler korkuları
yüzünden kaçınma davranışı göstermektedirler ve diş hekimi koltuğunda ise panik
atağı yaşayabilmektedirler (Potter.C. ve ark., 2014). Özgül fobilerin kişinin
hayatının gidişatını etkilediği bu durumlarda psikoterapi kaçınılmaz olmaktadır
(Potter.C. ve ark., 2014).
Sosyal fobiler ise başkalarının
varlığının sebep olduğu, mantıklı olmayan bir korkudur. Fobik kişi genellikle
diğer insanlardan uzaklaşmaya çalışacağı için bu durum kişinin hayatını son
derece olumsuz etkileyebilir. Manuzza ve arkadaşlarına göre (1995), sosyal
fobiler korkulan veya kaçınılan durumlara göre özgül veya genellenmiş
olabilirler. (akt. Neale ve Davidson, 1998). Bu kişiler, eleştirilme ve
değerlendirilme ihtimalleri doğrultusunda bir veya birden fazla kişiden, sosyal
ortamlardaki performans kaygıları sebebi ile uzaklaşabilirler. Sosyal fobiler
kişinin günlük hayatında, eğitim ve iş ortamında hayatını son derece olumsuz
etkileyip becerilerini yetersiz kılabilmektedir (Sluis,R. ve Boschen,M., 2014).
Fobilerin etiyolojisine
baktığımız zaman, psikanalitik, davranışçı, bilişsel ve biyolojik
yapılandırmaları görebiliriz. Psikanalitik kuramlarda, fobilerin içeriği
vurgulanır. Çünkü fobilerin içeriğinin aslında önemli sembolik değerlere sahip
olduğu düşünülmektedir. Freud’un ünlü vakası “Küçük Hans”, dışarı çıkarsa
atlarla karşılaşmaktan korkmaktadır. Hans’ın “ağzının ve gözlerinin kenarlarındaki siyah
şeyler” şeklindeki tanımı Freud’a oedipal çatışmayı çağrıştırmıştır ve fiziksel
olarak Hans’ın babası ve at ile benzerlik kurmuştur. Hans’ın babasına duyduğu
korkuyu atlara çevirdiğini ve bu şekilde fobi geliştirdiğini düşünmüştür
(Freud,S. 1909 akt. Neale ve Davidson, 1998). Davranışçı kuramlara göre
fobiler, model alma, kaçınma koşullanması ve edimsel koşullanma yoluyla
öğrenilebilirler. Bilişsel kuramlara göre fobi, anksiyetenin negatif
uyaranlarına daha çok dikkat eden ve gelecekte bu negatif uyaranların
gerçekleşeceğine inanmayla alakalıdır. Fobilerle ilgili kalıtsallık araştırması
da yapılmıştır. Bazı fobilerin (örn. kan ve enjeksiyon fobisinin) kuvvetli bir
biçimde ailesel olduğu bulunmuştur (Ost, 1992., akt.Neale ve Davidson, 1998).
2. Obsesif Kompulsif Bozukluk
Obsesif kompulsif bozukluğun klinik
özellikleri, kişinin obsesif düşüncelerine eşlik eden kompulsiyonların
bulunmasıdır. Obsesyon, kişinin kontrolü dışında ve ısrarlı olan düşünce, dürtü
veya imajlardır. Bu düşünceler kişilerin günlük kaygıları ve gerçek hayattaki
problemleri değildir, kaygı ve üzüntü duygularının da eşlik ettiği
düşüncelerdir (Starcevic,V., 2010). Kompulsiyon ise kişinin sıkıntılarını
azaltmak için kendini yapmak zorunda olduğunu hissettiği, açık bir biçimde
aşırı olan davranışlardır. Sıklıkla kompulsiyonlar sayı saymak, temizlik,
belirgin eşyalardan kaçınmak, vücudun bir yerine dokunmak gibi temizlik ve
düzenle ilgilidir ve bu davranışların tekrarlanma sıklığı şaşırtıcı derecede
fazla olabilir. DSM-IV , obsesif kompulsif bozukluk tanısı için obsesyon ve
kompulsiyonların aşırı ve anlamsız şekilde tekrar etmesinin, bu durumun kişinin
hayatını olumsuz yönde etkilendiğinin gözlenmesinin önemli olduğunu ifade eder.
Aynı zamanda, kompulsiyonların en az iki hafta sürmesi ve bu süre zarfında bu
düşüncelerin sıkıntı verici olması, kişinin bu düşüncelerden veya
davranışlardan en az birine karşı koymaya çalışması, bu düşünceler davranışlar
ve dürtülerin tekrarlayıcı olması tanı kriterleri olarak sıralanmaktadır (APA,1994).
Kompulsif bir şekilde alışveriş yapan
kişiler ile ilgili yapılan bir araştırma, kendilerine gerekli olmayan eşyaları
alarak maddi açıdan kendilerini sıkıntıya sokan kişiler üzerinde yapılmıştır.
Araştırmaya katılan kişilerde tekrarlayan sıkıntı verici düşünceler ve ardından
gelen alışveriş yapma davranışı bulunmaktadır. Araştırma, obsesif düşünceleri
olan ve aşırı alışveriş yapan bu kişilerin, hissettikleri olumsuz duyguları
dengelemek ve nötrleştirmek için alışveriş yapma davranışını sergilediklerini
ortaya koymaktadır (McQueen,P., Moulding,R. ve Kyrios,M., 2014).
Psikanalitik kuramda obsesyonlar ve
kompulsiyonlar kişinin tuvalet eğitimi ile ilişkilendirebileceğimiz anal dönem
ile ilgilidir. “Freud, obsesif kompulsif hastaların konuşmalarında,
rüyalarında, anılarında ve fantezilerinde anal imgeler tespit etmiştir. Aynı
zamanda obsesyonlarından ve
kompulsiyonlarından dolayı tedavi ettiği kişilerin, erken olarak, sert bir
şekilde veya ebeveynin her şeye karıştığı bir ortamda tuvalet kontrolüne
zorlandıkları yönünde kaynaklara ulaşmıştı.” (McWilliams, N., 2009). Obsesif
Kompulsif bozuklukta gözlemleyebileceğimiz belirtiler, id ve süper egonun
çatışması olarak değerlendirilebilir (Neale ve Davidson,1998). Tuvalet eğitimi
sırasında yaşanan olumsuz deneyimler kişide kontrol edilme, yargılanma, bir
şeylerin belli düzeyde yapılması talebinin yarattığı kontrol dışılık hissi,
utanç duygusu yaratabilmektedir. Bu utanç duygusunun getirisi olarak kişinin
kendilerinden yüksek beklentileri vardır, bunlara uymadıkları durumların
başkaları tarafından görülme düşüncesi tekrar utanç yaratır (McWilliams, N.,
2009).
Obsesif kompulsif bozukluk, diğer kaygı
bozuklukları ile beraber görülebilmektedir. Özgül ve sosyal fobiler, panik
bozukluk OKB ile komorbit olabilmektedir. Ayrıca, depresyon da “içe dönük ve
nevrotik özellikler taşıyan OKB hastalarında” yaygın olarak görülebilir
(Rees,C., ve ark., 2014).
Obsesif Kompulsif bozukluğun biyolojik
etkileri araştırıldığında, yapılan PET taramaları sonucu OKB teşhisi almış
kişilerin frontal loblarında artan bir hareketlilik bulunmuştur bu da kişilerin
düşünceleri ile olan mücadelelerinin aşırılığından olabilir. Aynı zamanda kafa
travmaları, beyin tümörleri gibi durumlarda da OKB gözlemlenebilmektedir.
Kişinin birinci dereceden akrabalarında görülen obsesif kompulsif bozukluk,
çocukluk ve ergenlik çağlarında da ortaya çıkabilmektedir (Starcevic,V., 2010).
Bilişsel davranışçı yaklaşımlar ise obsesif kompulsif bozukluğun, uygun olmayan
obsesif düşünce ve tekrarlayan kompulsif davranış ile pekişmesi sonucunda
öğrenildiğini ifade eder. Örneğin kompulsif bir el yıkama alışkanlığında kişi
kirleneceğine ve mikrop bulaşacağına dair obsesif düşüncelerinin yarattığı
kaygıyı azaltmaktadır (Starcevic,V., 2010). Obsesif kompulsif bozukluğun
tedavisinde, psikodinamik, bilişsel davranışçı ve farmakolojik yöntemler kullanılmaktadır.
Ancak psikodinamik yöntemler OKB
tedavisinde etkili değildir. Çünkü psikanalitik işlemlerde egoyu çatışmadan
korumak önem taşımaktadır. Bu sebeple davranışçı işlemlere daha yakın olan
yöntemler kullanmaktadırlar. Bilişsel davranışçı terapilerde maruz bırakma
yöntemi obsesif kompulsif bozukluk tedavisinde yararlıdır (Neale ve
Davidson,1998).
3. Travma sonrası stres bozukluğu ve akut stres bozukluğu
Travma sonrası stres bozukluğu,
travmatik deneyimler yaşamış kişilerin, yüksek kaygı, yaşanan travmatik olayı
hatırlatan uyarıcılardan kaçınma, duygusal olarak donmuşluk hissi, fiziksel
olarak tetikte olma gibi tepkilerini yansıtır (Starcevic,V., 2010). Bu
tepkiler, kişinin günlük hayatını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Travma
sonrası stres bozukluğu, kişiler arası ilişkilerde bozulmalar, aşırı fiziksel
uyarılmışlık, çabuk öfkelenme, güvensizlik gibi belirtiler gösterebilmekledir
(Bogovic,A., Mihanovic,M., Jokic-Begic,N. ve Svagelj,A.,2014).
Fiziksel saldırı,
cinsel istismar, şiddet, trafik ve endüstriyel kazalar, deprem, tsunami, sel,
kasırga gibi doğal afetler, savaş, terör olaylarını yaşamak, başkalarının
yaralanmasına ve ölümüne şahit olmak ve yaşamı tehdit eden hastalıklar
travmatik yaşam olayları olarak ele alınmaktadır. Bu yaşantılar potansiyel
olarak bireylerin yaşamları boyunca karşılabilecekleri olaylardır (Karancı, N.
2009). DSM-IV’ün travma sonrası stres bozukluğu için belirttiği kriterler
aşağıdaki gibidir.
a)
Kişinin gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ağır bir
yaralanma, ya da kendisinin veya başkalarının fiziksel bütünlüğünü tehdit edici
bir olay yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı
karşıya gelmiş olması.
b)
Kişinin bu olaya karşı korku, çaresizlik ya da dehşetle
tepki vermiş olmasıdır ( APA,1994).
Travma sonrası stres bozukluğunun yaygınlığının, travmatik
olayların türüne ve olayı yaşayan kişinin cinsiyetine bağlı olabileceği ortaya
konulmuştur. Çalışmalar cinsel saldırı ve tecavüz olaylarının ardından travma
sonrası stres bozukluğunun diğer psikolojik rahatsızlıklara göre daha çok
görüldüğünü ortaya koymaktadır. Yapılan kadın erkek çalışmalarında kadınların;
cinsel taciz, tecavüz ve sarkıntılık gibi cinsel saldırı içeren davranışlar,
erkeklerde ise dövüş ve savaş yaşantıları travma sonrası stres bozukluğu ile
daha çok ilişkilendirilmiştir. Travmatik olayların sayısı, zamanlaması, kişiye
sıkıntı verme derecesi ve şiddetinin de travma sonrası stres bozukluğunun
gelişimini etkileyen diğer etmenlerdendir (Karancı, N. 2009).
DSM-IV’te yer alan akut stres bozukluğu, travma sonrası
stres bozukluğundan farklıdır. Travmaya maruz kalan kişiler genellikle yoğun
stres yaşarlar. Eğer bu durum kişinin hayat akışını engelliyorsa ve
işlevselliğini bozuyorsa, akut stres tanısı konulur. Fakat sonrasında bu durum
uzun süredir devam ediyorsa travma sonrası stres bozukluğu ile çalışmak
gerekmektedir (Neale ve Davidson,1998). Tanı koyabilmek için, travmatik
olayların sıklıkla hatırlanması ve olayı sembolize eden durumlara aşırı duygusal
tepki vermek, travmatik olaydan kaçınma
ve hatta olayla ilgili amnezi yaşama durumu ve artmış fiziksel uyarılma sebebi
ile uykuya dalamama, irkilme gibi belirtilerin en az bir aydır devam ediyor
olması gerekmektedir. Travma sonrası stres bozukluğunun yaşanmasında genetik
faktörler ve olayın şiddeti etkilidir (Neale ve Davidson,1998). Hırvatistan’da
travma sonrası stres bozukluğu tanısı alan savaş gazileri ile bir araştırma
yapılmıştır. Savaş stresinin kişiler üzerinde son derece olumsuz etkileri olmuştur.
Fiziksel bütünlüklerinin tehlike altında olduğuna dair olumsuz düşünceler, ölüm
tehdidi altında hissetmek ve yoğun korku ve çaresizlik hissi yaşamak gibi
belirtiler bulunmaktadır (Bogovic,A., Mihanovic,M., Jokic-Begic,N. ve
Svagelj,A.,2014). Travmatik olayı tekrar yaşamamak için onu sembolize eden
durumlara karşı geliştirilen hassasiyet savaş gazilerinde görülen belirtilerden
biridir. Örneğin bir gök gürlemesi, ani ve yüksek bir ses gaziye savaş alanını
hatırlatabilmektedir (Neale ve Davidson,1998).
4. Genellenmiş Anksiyete Bozukluğu
Genellenmiş kaygı bozukluğunda
kişiler her çeşit konuda kontrol edilemez ve sürekliliği olan bir endişe
içindedirler. Terleme, yüz kızarması, mide rahatsızlığı, sık idrara çıkma, kalp
çarpması, ishal, ağız kuruluğu, nefes darlığı, boğazda yumru hissi, soğuk ve
yapışkan eller gibi bedensel yakınmalara sıklıkla rastlanır. Bu durum otonom
sinir sisteminin aşırı aktivitesini yansıtır (Neale ve Davidson,1998). Nabız ve nefes alma hızı yükselebilir,
kişinin kaslarla ilgili şikayetleri de olabilir. Kişi huzursuzdur ve kolayca
irkilebilir, yerinde duramaz. Bu kişiler düşüncelidirler, geleceğe dair
felaketleştirdikleri düşünceleri vardır. Aynı zamanda kaygı verici düşünceleri
kontrol altına almanın zor olduğuna inanırlar (Bennett,P., 2011). Yaralanma,
kalp krizi geçirme ve kontrolü kaybetme gibi düşünceler yaygındır. Kişi daima
tetikte olduğu için dikkat dağılması sıklıkla rastlanır aynı zamanda
sabırsızlık, çabuk kızma ve uykusuzluğa sıklıkla rastlanır (Neale ve
Davidson,1998). Genellenmiş kaygı
bozukluğu belirtileri genellikle çocukluk veya ergenlik döneminde
başlamaktadır. Duygudurum ve somatoform bozukluklarının, genel kaygı bozukluğu
ile birlikte görülme oranı yüksektir (Bennett,P., 2011). Genetik faktörlerin
genellenmiş kaygı bozukluğu durumunda etkisinin yüksek olduğu gözlemlense de,
yapılan ikiz çalışmalarında, genellenmiş kaygı bozukluğu teşhisi alan ikizin
kardeşinde de bu bozukluğun görülme olasılığı %15-20 civarındadır. Bu durumda
verilerin kesin bir yargıya varmak için yeterli olmadığı varsayılabilir
(Bennett,P., 2011). Ancak anksiyete bozuklukları ile ilişkili olan
nevrotisizmin kalıtsal olması da göz önüne alınması gereken bir durumdur (Neale
ve Davidson,1998).
Psikanalitik kuram, genel kaygı
bozukluğunda, kaygının temelinin ego ve id arasındaki bilinçdışı çatışmalarla
alakalı olduğunu vurgular. Kaygının kaynağı bilinçdışıdır ve bu sebeple kişi
kaygısının sebebini tam olarak bilemeden endişe ve sıkıntı hisseder
(Bennett,P., 2011). Bilişsel davranışçı
bakış açısı, genellenmiş kaygıyı açıklamak için çevresel faktörlerin
incelenmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Anksiyetenin, dış uyarıcılarla ve daha
geniş çaplı koşullu uyarıcılarla, klasik koşullanma yoluyla öğrenildiği
varsayılır. Aynı zamanda önemli olan kontrol kaybı algısıdır, insanlar kontrol
edebilecekleri olaylara göre kontrol dışı durumlardan dolayı daha çok kaygı
duymaktadırlar (Bennett,P., 2011). Ayrıca
kişi bir konuda tam olarak kontrollü olmasa da, kontrol duygusunu algılaması,
kontrolün sağlanması için yeterli olabilmektedir. Stres veren olayları kontrol
edememe duygusunun yanı sıra, genel kaygı bozukluğu hastasını tanımlayan birkaç
bilişsel süreç daha vardır. Bu kişilerin bilişlerinde zararsız olaylar
yaşasalar bile her an tehlikede olma düşüncesi vardır. Kendilerine zarar
vermeyecek olayları felaketleştirip yanlış yorumlarlar (Neale ve
Davidson,1998). Davranışçı terapistler,
genellenmiş kaygı bozukluğunda, kaygılı olan kişinin eleştirildiği zaman
korktuğunu ve kaygı durumunun arttığını saptayabilirler. Sistematik
duyarsızlaştırma yöntemi ile davranış üzerinden tedavi uygulanabilir. Bununla beraber kişilerin yaşadıkları kaygı
durumunun gerçek sebebini bulmak her zaman kolay olmayabilir. Davranışçı
yaklaşımlarda, kaygı hissedildiği zaman gerçekleştirilen gevşeme egzersizleri
kullanılabilmektedir. Genellenmiş kaygı bozukluğunun temelinde, çaresizlik
inancının bulunduğu varsayılırsa, hastanın başa çıkabilmek için öğrendiği bu yöntemler
işe yarayabilmektedir (Neale ve Davidson,1998).
5. Panik Bozukluk
Panik bozukluk, yoğun bir şekilde
yaşanan rahatsız edici ve en az on dakika süren ataklardan oluşur. Nefes
alamama, el ve ayak uyuşması, bulantı, titreme, kalp çarpıntısı gibi
belirtilerden oluşur. DSM-IV’e göre, aşağıdaki beklenmeyen ve aşağıdaki
kriterlere uyan ataklarla beraber panik bozukluk tanısı konuşabilir.
a) Gelecekte
bir atak gerçekleşmesine dair ısrarlı inançlar
b) Ataklarla
ve sonuçları ile ilgili kaygı duymak ( delirme, kalp krizi geçirme gibi)
c) Ataklar
sonucunda, davranışlarda anlamlı ve gözle görülür bir değişimin yaşanması
Kişinin kontrolünü kaybetme,
delirme ve ölme korkuları hastayı çaresiz kılmaktadır (Bennett,P., 2011). Ortalama 10-20 dakika süren ataklar hastalar
için son derece kaygı ve üzüntü vericidir. Bu durumu deneyimleyen hastalar
gerçekten kalp krizi tehdidi altında olduklarına, delirmek üzere olduklarına
inanırlar ve son derece güçsüz hissederler. (Racman,S. ve De Silva,P., 2009). Panik atağı yaşamış bazı kişiler, bu durumun
sonuçlarından kendilerini korumak amacıyla belli durumlardan uzak durma eğilimi
gösterebilirler. Örneğin, yoğun bir şekilde kirlenme ve mikrop kapma korkusu
olan bir kişi, kendisine AIDS bulaşacağından korktuğu için halka açık
tuvaletleri kullanmaktan kaçınabilir (Racman,S. ve De Silva,P., 2009). Boğulmaktan ve nefes alamamaktan korkan bir
diğer kişi de basık ve havasız olduğunu düşündüğü asansörlere binmekten
kaçınabilmektedir. Bütün bu örnekler durumsal panik deneyimleri olarak
adlandırılabilir. Çünkü ataklardan kaçınmak isteyen bu kişiler, belli
durumlardan kaçınarak panik ataklarını kontrol almaya ve başa çıkmaya
çalışmaktadırlar. Bu tür durumlar hastaların çıkarım yapıp tahmin edebildiği
durumlardır. Ancak durumsal olmayan ve aniden ortaya çıkan ataklar da önemlidir
çünkü fobinin varlığına işaret edebilirler (Racman,S. ve De Silva,P., 2009). Panik
bozukluğun görülme yaygınlığı kadınlar için %5, erkekler için de %2 olarak
belirlenmiştir. Genetik yatkınlık ve stresli bir olaydan sonra ortaya çıkma
durumları görülebilmektedir (Neale ve Davidson,1998). Panik bozukluk diğer anksiyete bozuklukları
ile beraber görülebilmektedir. Obsesif kompulsif bozukluk, post travmatik stres
bozukluğu, sosyal ve özgül fobiler ile birlikte görülme durumu
gözlemlenmektedir (Racman,S. ve De Silva,P., 2009).
5.1. Panik Bozukluk ve Agorafobi
DSM-IV’de panik bozukluk,
agorafobi ile birlikte ya da agorafobi olmadan tanımlanır. Kişinin halka açık
olan yerlerde aniden panik atak geçireceğine ve kaçamayacağına ilişkin
korkularına agorafobi adı verilir. Alışveriş merkezleri, tiyatro, kalabalık olan
diğer halka açık yerlerden kaçınma gibi davranışlar sergilerler (Racman,S. ve
De Silva,P., 2009). Agorafobi
belirtileri gösteren kişiler genellikle evden çıkmak istemezler ve çıktıkları
zaman da bunu büyük bir kaygı eşliğinde yaparlar. Agorafobi ile beraber panik
bozukluğu olan hastalar dışarı çıkma eylemini, panik atağı yaşama ihtimalinde
yaşayacakları utanç nedeniyle gerçekleştirmek istemezler (Neale ve
Davidson,1998).
Agorafobi sebebiyle günlük
hayatta hareketleri kısıtlanan kişiler, hayatlarında pek çok değişiklilik yapma
eğiliminde olurlar. Aynı zamanda alışveriş yapmaları gerektiğinde yanlarında
güvenilir biri olduğunda kendilerini daha rahat hissederler. Panik atakların
tedavi ile azaltılmasından veya yok edilmesinden sonra agorafobi de genellikle azalmaktadır
(Racman,S. ve De Silva,P., 2009).
Kaynakça
Amerikan
Psikiyatri Birliği. (1994). Mental
bozuklukların tanısal ve sayımsal el kitabı.
E.Köroğlu (çev.). Hekimler Yayın
Birliği.
Bennett,
P. (2011). Abnormal and Clinical Psychology
: An Introductory Textbook.
Maidenhead, Berkshire, England:
McGraw Hill, Open University Press.
Bogovic,
A., Mihanovic, M., Jokic-Begic, N., & Svagelj, A. (2014). Personal Space of
Male
War Veterans With Posttraumatic
Stress Disorder. Environment & Behavior, 46(8),
929-945. doi:10.1177/0013916513477653
Davison, G. C., & Neale, J. M. (1998). Abnormal psychology. New York:
Wiley
Freeman,A., DiTomasso, R.A. (2005). Cognitive
aspects of anxiety. Stein,D.J., Hollender,E. (Eds)
Textbook of Anxiety disorders.
The American Psychiatric Publishing,Inc., Washington
DC.
Karancı,A.N.
(2009). Travma Sonrası Stres Bozukluğu Tedavisinde Bilişsel Davranışçı
Yaklaşımlar. Bilişsel Davranışçı Terapiler. (ss. 150-160)
Lenz,
S., Bruijn, B., Serman, N. S., & Bailey, L. (2014). Effectiveness of
Cognitive
Processing Therapy for Treating
Posttraumatic Stress Disorder. Journal
Of Mental
Health Counseling, 36(4), 360-376
McQueen,
P., Moulding, R., & Kyrios, M. (2014). Experimental evidence for the
influence of
cognitions on compulsive buying.
Journal Of Behavior Therapy And
Experimental
Psychiatry, 45(4), 496-501. doi:10.1016/j.jbtep.2014.07.003
Potter,
C. M., Kinner, D. G., Tellez, M., Ismail, A. I., & Heimberg, R. G. (2014).
Clinical
implications of panic symptoms
in dental phobia. Journal Of Anxiety
Disorders, 28(7), 724-730. doi:10.1016/j.janxdis.2014.07.013
Rachman,
S., & De Silva, P. (2009). Panic
Disorder : The Facts. Oxford: OUP Oxford
Rees,
C. S., Roberts, L. D., van Oppen, P., Eikelenboom, M., Hendriks, A. J., van
Balkom, A.
J., & van Megen, H. (2014). Personality
and symptom severity in Obsessive–
Compulsive Disorder: The
mediating role of depression. Personality & Individual
Differences,7192-97.
doi:10.1016/j.paid.2014.07.025
Starcevic,
V. (2010). Anxiety Disorders in
Adults : A Clinical Guide. Oxford: Oxford
University Pres